15 Ağustos 2011 Pazartesi
FELLİNİ'NİN ROMA'SI VARSA UĞURCAN'IN ORDUSU VAR...
Orduspor'un Yönetim Kurulu Üyesi, sevgili arkadaşım Uğurcan Ataoğlu Milliyet gazetesinden Miraç Zeynep Özkartal'ın sorularına yanıt verdi...
Okumayanlar için bu güzel röportajı sizinle paylaşıyorum...
Geçtiğimiz birkaç haftanın en hararetli tartışma konularından biri, Elif Şafak’ın yeni romanı “İskender”. Genelde mazruf yerine zarfı konuşmayı tercih eden bir yerde yaşıyoruz. “İskender”in zarfı, yani kapağı da tartışmalardan nasibini bolca aldı.
Elif Şafak’ı erkek kılığında kitaba taşıyan, Uğurcan Ataoğlu. Reklam ajansı Alametifarika’nın ortağı ve kreatif direktörü. Aynı zamanda Orduspor’un yönetim kurulu üyesi. Unutmadan, ortasındaki delikle nam salan kitap “25 Kuruşluk Kitap”ın da sahibi. Ezberlediğimiz reklamların çoğunda onun imzasının olduğunu, meslekte 25 yılını anlattığı bu kitapta görüyorsunuz.
Uğurcan Ataoğlu, konuşmaktan hoşlanmayan, anlatacağını elinde kalemle ya da çağa uygularsak mouse’la- anlatanlardan. Zaten derdi anlatmak. Hem başkalarının hem de kendi sözlerini... “İskender”den başladık konuşmaya, Ordu’nun mor kurbağalarına
kadar gittik.
Elif Şafak’ın kitap kapaklarını tasarlama hikayeniz nasıl başladı?
Serdar (Erener) bir yemekte Elif ve kocası Eyüp Can’la birlikteymiş. Orada “Aşk”ın kapağı nasıl olsun diye konuşuluyormuş, Serdar da “Siz Uğurcan’a gidin” demiş. Böylece biz ilk olarak “Aşk”ın kapağı için buluştuk.
Elif Şafak’a “Aşk” için “Bu roman ne renk?” diye sormuşsunuz. İskender için de aynı soruyu sordunuz mu?
Tabii, klasik sorum o. Yanlış topa girmeyelim diye... Doğrudan sarı dedi.
Kapakta erkek haliyle olması kimin fikriydi?
İkimizin de fikri. Ayrı ayrı aynı şeyi düşünmüşüz.
Bir roman sinemaya uyarlandığında çoğunlukla okurunu tatmin etmez. Okur zihninde başka bir dünya canlandırmıştır. Siz de bu kapağa İskender’i taşırken bu riski almış olmadınız mı? Herkesin İskender’i kendine...
Ben mutlaka kendimi kitabın dışında hayal ediyorum. Herkes benim gibi kitabı okumadan görecek, alacaklar ya da almayacaklar. Ben kendimi o aşamaya konumlandırıyorum. Kitapçıya girecek ve ne görecek? Meselem bu.
Kitabı okumadan mı yaptınız kapağı?
Tabii. Editörden başka kimse okumadı. Biz bitmeden başladık çalışmaya. Bir de eğer okursam kafam çok karışır diye düşünüyorum. Kitabın hikayesini anlatmaya çalışırım diye korkuyorum.
Ne kadar bir bilgiyle tasarladınız kapağı?
İskender kimdir, ne yapmıştır, nereden nereye gelmiştir. Elif bize bir tretman verdi. “Aşk”ı da okumadan tasarlamıştım. Sonradan okudum. “İskender”i okumaya henüz fırsat olmadı.
“Reklamcı kaslarım diyor ki: Sen kitabı aldır, gerisini düşünme”
Kitapçıda gördüm, aldım, okudum. Ama okuduktan sonra da o kapakla ilişki kurmak istiyorum.
Belki reklamcı kaslarım beni bu şekilde çalışmaya yönlendiriyor: O kitabı bir kere aldır, gerisini düşünme. Başka türlüsü elimi ürkek tutmak gibi geliyor bana. Elif her toplantıda bize “Ben bu kitabı erkek olarak yazdım” dedikten sonra, çözümü Elif’i erkekleştirmekte buldum. Bunun üzerine gittik; sadece hangi pozu kullanalım, hangi yazı karakterini seçelim diye uğraştık. Ben vurdum mu öldürmek istiyorum biraz, öyle bir durumum var. Belki de etkili olmak adına biraz kantarın topunu kaçırıyoruzdur ama tasarladığım bütün kitapların arkasında duruyorum.
İtiraf edeyim, benim İskender’im kapaktaki değil.
Zaten İskender değil ki o. Elif’le İskender arasında görsel bir birleştirme. Yazılanla ilgisi olsun diye düşünmedik.
Elif Şafak kitabın kapağını gördükten sonra romanın adını değiştirip “Aşk” koymuş. “İskender”de de kapak ismi belirledi mi?
Evet. İskender zaten alternatiflerden biriydi, kapak kendi ismini seçti.
“İskender”in kapağının çalıntı olduğunu iddia edildi. Bir iş yaparken böyle bir tehlikeye karşı dönüp baktığınız bir literatür var mı?
Dönüp bakacak bir şey yok. Bir fotoğraf olacak, 70’li yıllar. Siyah-beyaz. Yanında da İskender yazacak. Böyle bir mesaiye gerek yok. O kadar eminim ki başka bir şeye benzemediğinden. Zaten o yazıyı biz bulduk, yeni bir yazı yaptık. O fotoğrafı biz çektik. Ünlü kadınların erkek kılığında fotoğraf vermeleri yeni bir şey değil zaten. Bundan sonra da olacaktır.
“Elif Şafak’tan başkasına kapak yapmam”
Hayatınızda bir de Ordu tutkusu var.
Kendi kendime bir görev verdim; sanki Ordu’da bizden önce yaşayanların ruhundan bana gelen bir istek var. Bizi anlat, ortaya çıkar diyorlar. Ben buna inanmayı tercih ediyorum. Nasıl Fellini Roma’ya takmışsa benim takıntım da Ordu.
Orduspor’un yönetim kurulu üyesi olmanız da bu takıntının bir sonucu mu?
Orduspor’un kurucusu dayım. Her ne kadar futbolla öyle bir ilgim olmasa da kulüpten teklif gelince seve seve gittim. Eğlenceli de oldu. Geçenlerde kendimi Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav’la yan yana bir masada buldum. Aklıma bile gelmezdi. Bana “Sen bu yıl tatile çıkmayacak mısın?” diye soruyorlar. Tatil bu işte. Bambaşka bir dünya, bir anda her şeyi sıfırlıyorsun.
Orduspor için tasarladığınız Mor Göden karikatürünüz hadise oldu.
Ordu’da kurbağaya göden denir. Üç dört kişi “Bizi rezil ediyorsun” dedi, o kadar. Herkesin sembolü aslanken, kartalken biz kurbağa mı olacağız dediler. Orduspor’u temsil etmiyor ki mor göden, armada yer alacak bir tipleme değil. Güldürmek için yapıyorum sadece.
Armada fındık var ve bu yılın formalarını siz tasarladınız.
Genelde formalar standarttır bütün takımlarda. Sadece renkler değişir. Böyle bir sıradanlığa evet diyemem. Orduspor’un forması dünyada tek olsun istedim. Fındıkları kumaşa ördürüyoruz tek tek.
Başka takımlar da size gelip formamızı tasarla derlerse?
Yapmam. Elif Şafak’tan başkasına da kapak yapmayacağım gibi.
Bu da takım tutmak gibi mi?
Olabilir. İyi bir çalışma grubu oluşturduk Doğan Kitap’la beraber, birbirimizi anlıyoruz. Şimdi tanımadığım bir yazarın etki alanına girebileceğimi sanmıyorum. Gönül işi olarak
yapıyorum bunu, hiçbir yazardan
sipariş gelmesini istemiyorum.
“Jübile işim, Kuran’ı tasarlamak olacak”
Yakınlarda kendi kitabınız da çıktı,
“25 Kuruşluk Kitap”. 25 yıllık kariyerinizden seçmeler... Bir söyleşide “Bir şey üretmek için insanın içinde bir yarası olması lazım” demişsiniz. Bu 25 yılın yarası nerede?
Derler ya, iyi yönetmenin iyi yazarın hep bir derdi olur. Ben de benim derdim ne diye düşündüm. Bu da beni doğduğum yerlere götürdü. Sancısız da olsa ufak bir göç var tarihimde. Ordu’dan İstanbul’a okumaya gelişim, ilk yıllardaki ezikliğim... Bu beni hem üretken hale getiriyor hem de tedavi ediyor. Başlarda böyle bir derdim yoktu, 40’ımdan sonra başladı.
Ne oldu 40’ta size?
40’lı yaşlarımda dedemle ilgili bir kitap yaptım, ilk yaptığım kitap o. Dedemin el yazmalarını, küçük defterlerini bulmuştuk. Dedemi hiç görmedim, 1937’de ölmüş. Şiirlerini “Gönül Meyvesi” adında bir kitapta toplamak istermiş ama ömrü yetmemiş. Onun o yarım kalmışlığı beni çok etkiledi. Ben de istediklerimi yapmadan gider miyim diye düşününce, iklimim değişti. İçimde bir delik açıldı. Büyüdü büyüdü “25 Kuruş”un ortasına kadar geldi.
Kitaptaki de içinizdeki delik mi?
Evet. Hem de yaptığım işleri geçersiz hale getiriyor, hükümsüzdür damgası gibi. Veya kondüktörün tren biletini delmesi gibi.
“Prensip kararı aldık: Silah ve siyasi parti reklamı yok!”
Kendinize dair ne söyledi size bu 25 yıl,
“25 Kuruşluk Kitap”?
Sadece çizgiye yeteneğim olduğunu düşünüyordum. 40’ımdan sonra yazmaya merakım başladı. Şimdi 52 yaşındayım ve artık daha çok yazıyorum. Şu anda da bir kitap yazıyorum. Twitter’daki ismimi taşıyan bir kitap: “How are you Bob?” Kendimle ilgili söyleyeceğim ne varsa söyleyeceğim.
Bir de Kuran’ın grafik tasarımını yapmak istediğinizi duydum.
O büyük proje. Arabik dünyadan çıkarıp daha evrenselleştirmek, yakınlaştırmak istiyorum.
Neden Kuran?
Kitap zaafım var, Kuran da en büyük kitap... Zirvesi o olur diye düşünüyorum.
Tabu olması da sizi cezbediyor mu?
Tabii, dokunamadığım için bir problem var orada. Onu çözmek istiyorum. Okumamız gereken bir kitapsa eğer... Bir kopukluk var, acaba o kopukluk nerede diye keşfetmek için tasarlamak niyetindeyim. Niye içinde fotoğraf yok mesela? Fotoğraf kullansam ne olur diye geçiyor aklımdan. Jübile işi diyelim ona.
Eminim size siyasi partilerden teklifler geliyordur. Ama bugüne kadar yanında bile geçmediniz. Neden?
Serdar’la (Erener) böyle bir prensip kararımız var. Parti reklamı yapmayacağız, silah reklamı yapmayacağız.
Silahla partiyi aynı derecede tehlikeli mi görüyorsunuz?
İkisinin de reklama ihtiyacı yok bence.
“Formaları mankenlere değil, Ordululara giydirerek tanıttık”
“Yeni formaların tanıtımını diğer takımların yaptığı gibi manken ve futbolculara giydirmek yerine Ordululara giydirerek yaptık. Altın fındıklı formayı giyen eşim Ayşe Ataoğlu. Çubukluyu giyen ablam Nilgün Gözükan. Sende en beğendiğin formayla fotoğrafını çek, kendini kısaca yaz internette fotoğrafın yayınlansın diye bir kampanya düzenliyoruz. Maksat hem forma satışı olsun hem de Ordulular kendini olaya ait hissedip takımına sahip çıksınlar, forma aşklarını belgelensinler.''
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder