20 Ocak 2012 Cuma

60'LI , 70'Lİ YILLARDA ORDU...


60'lı, 70'li yıllarda ki Ordu'yu hatırladım; o siyah beyaz günleri…
20 - 25 binler civarında nüfusu olan, ahşap iki katlı evlerin arasında, beyaz kireç taşından yapma taş parkeli sokaklarda çocuklar çelik çomak, oynar,Taş başı mahallesine, Hacılar yokuşundan çıkılırdı. Bülbül deresinden öte pek yerleşimin olmadığı, kiremit çatılı yeşil Ordu'ya şöyle bir bakılırdı.. Okullardan ilk akla gelen İlkokulda 19 Eylül,Cumhuriyet, İsmet paşa, Orta okulda Merkez orta okulu, Lisede ise Ordu lisesi idi, öyle özel okul, fen lisesi, Anadolu lisesi yoktu. İlk kolej, Samsun'a Maarif Koleji olarak açılmış,Ordu'dan bazı çocuklar imtihanı kazanınca yatılı olarak gitmişlerdi. Okumaya meyli olmayan haylaz esnaf çocukları ticareti okulundan öğrensin diye Selimiye hamamının yanına açılmış olan Ticaret lisesine kaydedilirdi. Ramazanda Boztepe"nin yarı belindeki tabya başında top patlatıldıktan sonra Çifte fırının meşhur tophane pideleri ile evlerde oruç bozulurdu. Buzdolabı, çamaşır makinesi fırınlı ocak herkeste yoktu, onların yerine tel dolap, bakır çamaşır leğeni ve gaz ocağı şehirdeki herkesin standart eşyası idi. Hamburgerci kebapçı bilinmezdi, Lokanta deyince; babamız Cihan lokantasını tavsiye ederdi, oradaki döner ile bülbül yuvası tatlısı meşhurdu, Ordu yağlısını kıymalı pidesini şimdiki gibi dışarıda oturup yiyecek pideci yoktu, Cumartesi günü akşamdan kıymalar soğanla kavrulup, soğutulur, Pazar sabahı elde tepsi Fidangördeki fırınlarda pideler yaptırılırken, evdekiler “nerde kaldı bu pideler açlıktan kırıldık” feryatları ile zor beklerlerdi. Kışın Haki Yener'in Fidangör'deki Millet sinemasındaki gıcırtılı koltuklarda, Türkan Şoray"ın romantik filmleri,yazın ise top sahasının yanındaki,yazlık sinemalar olan İnci bahçe ile Yıldız bahçe sinemalarında çekirdek çıtırdatarak, ahşap iskemlelerde oturulup,Ayhan Işık'ın briyantin saçlı filmleri seyredilirdi.. Yazın deniz kenarlarındaki sahillerdeki çay bahçeleri kıştan masaları hazırlar, renkli ampuller ile çam ağaçlarını süsler, yazı beklerlerdi. Bülbül deresi kenarındaki buzhaneden getirttikleri buz kalıplarına, Ufuk gazozlarını soğutmak için yatırırlardı. Dondurmalar şimdiki hazır ve markalı değil, buzların içinde kalaylı bakır kovalarda hızlı bir şekilde sürekli çevrilerek vanilyalı olarak yapılırdı. Sinemalarda ara verilince elde yapma frugobuzlar satılırdı. Gençler yazın deniz mevsimine Temmuz ayında rıhtımdan baş atlaması, yağlı direkle başlardı, deniz analarından fırsat bulabilirse rıhtım iskelesi ayaklarından siyah donlarıyla evden gizli dalıp, midye çıkartır, ateşte pişirip yerlerdi. Genç kızlar pek denize girmezlerdi o yıllar, Ordu sahilinde mayo ile denize giren bayan pek yoktu, ancak Gülistan Motelin yanındaki evlerin önünden denize giriyorlar söylentisi, bazı meraklı gençleri yazın o çevrelerden ayırmamıştı. Ağustos ayı, herkesin köylere taşındığı şehrin sessizleştiği bir aydı, Öyle köylere gidiş geliş günlük yapılamazdı, fındığa giden Eylül'de okul açıldığında zor gelirdi. Fındığını herkes kendi arasında imece usulü toplardı, her yerde fındık bahçesi yoktu, hele Ulubey, Gölköy, Aybastı gibi bir çok yüksek yörelerde mısır, patates ve hayvancılık bilinirdi. Toplanan fındık harmanda iyice kurutulur, gece ıslatılıp, tırmığın tersi ile dövülürdü, kapsülünden ayrılan fındığa harmanda sık sık ayak vurulup,en sonunda bir araya toplanır, oturulup,tek tek fındık kapsülünden ayıklanırdı, sonra ayıklanan fındık rüzgardan istifade yellendirilerek, tozundan goruğundan ayrılıp, telislerde iyice günlendirilip, satışa hazırlanması, aylar alırdı. Bu eziyetli süreci ilk fındık ayıklama motorları ile bozan Karadeniz köylüsü,motorun ayıkladığı fındığı tozundan , elle döndürülen ahşap savurma makineleri gibi bir takım kolaylıklar buldu, daha sonra Termeden gelen Fındık patozları harman sürecini çok kısalttı. İş kolaylaştı, ama fındığın düşük değeri her zaman köylüyü üzüyordu. Şehir merkezine arada sırada konserler gelirdi, Kamuran Akkor eşliğinde Vasfi Uçaroğlu bateri showu gençleri mest ederdi, Beyaz Kelebekler topluluğu yerine Barış Manço,Cem Karaca"ların yaptığı Anadolu folk müziği yerini alıyordu. O yılların Ajda Pekkan"ı bu günlere dek gelen nadir şöhretlerdendi. İbrahim Tatlıses yerine Nuri Sesigüzel"in 45"lik plaklarındaki türküler o zamanın arabeskin yerini tutardı. Renkli sinema ve peşinden Furtun ailesince yeni yaptırılan Ordu Sineması hiç bir televizyon yayını olmadığı için özellikle Pazar sabahı 10.00 matinelerindeki ecnebi filmler gençlerin yegâne eğlencesiydi. Şimdiki bilinen tanınmış aileler yerine o zaman, Furtun'lar, Köymen'ler, Köksal'lar, Felek'ler, Çebi'ler, Turnalı'lar, Mağden'ler, Gürsoy'lar, Akın'lar, Akata'lar, Aydın'lar, Yürür'ler, Yener'ler gibi bir takım aileler, o zaman Ordu"nun sosyal ve ekonomik lokomotifliğini yaparlardı. O yıllar Orduspor fırtınası 2.ligde esmeye başlamış, Ordu amatör liglerden köfte ekmek parasıyla toplanan yetenekli futbolcular, hırslarıyla başarılar elde edince şehirde her hafta sonu bayram yerine dönerdi. Hele Kadri Aytaç hoca Ordu"ya gelip de şampiyon yaptığı yıllar ömrümüzde yaşadığımız en sevinçli yıllar olmuştu. Kadri hoca takımını eğittiği gibi şimdiki öğretmen evi olan o zamanın Halk Eğitim Salonuna taraftarı toplayıp, herkese eğitici konuşmalar yapıyor, tezahürat taktikleri veriyordu.. Cep telefonu ile internetle bir bilgisi ve ilgisi olmayan o zamanın biz gençleri için yegane görüşme yeri akşamları şehirde yapılan düğünlerdi, mahalleden uzaktan beğendiğimiz kıza ,yaklaşabilmek ve iki kelamla derdini anlatabilmek için o zamanın tek fırsatıydı.Ordu sinemasının altına açılan Buket pastanesinde oturabilmek bir yaş pasta limonata içebilmek vasat bir gencin harcı,değildi. Şimdiki tinerciler o zaman yoktu, çünkü tiner yoktu, Yağlı boyalar bezir yağından yapılırdı.. Plastik boya yerine kireç boya kullanılırdı. Şehirde hat yoktu, pek taksi yoktu, Köylere köy otobüsüyle ya Çarşamba ya da Cuma akşamları gidilirdi. Özel gidebilmek için Belediyenin tam karşısında cip durağı vardı. İlk Muran taksi durağı kuruldu, Anadol ile Murat 124 taksileriyle taşıma ve araç piyasası renklenmişti. Ulusoy otobüsleride bu meydandaki yazıhanesinden hareket ederdi. Yalı camii ile Ziraat bankasının arasındaki meydanda Ada lokantası vardı, daha sonra kahvehanede açılmıştı, şehrin esnafları, yabancılar burada yer içerlerdi. O zamanlar, 20-30 polis memuru, ile 5-6 tane gece bekçisinden oluşan Ordu emniyet teşkilatı, fidangördeki şimdiki karakolda hizmet görürlerdi, Hastane şu anki İl Sağlık Müdürlüğü binasında 100 yataklı olarak hizmete açılmış, Baş Hekim operatör doktor Hasan Karaağaç hastanenin çok modern olduğunu söylüyordu Verem hastalığı gibi hasatlıkla baş etmek için, yere tükürmek yasaklanmıştı, Hasta olanlar ceketlerinin altında taşıdığı teneke kutulara kanlı tükürüklerini gizliden atarlardı. Bülbül deresinden Katırcıoğlu mevkiine, Akyazı mahallesinden Durugöle, Subaşı mahallesine kadar,taban araziler sazlık ve çoraklıktan oluşan yerlerdi. Hastalık taşıyan sivrisinekler sokuyor, insanlar sıtma hastalığına yakalanıyorlardı. O yüzden Taşbaşı, Zaferimilli ve Selimiye mahalleri en gözde yerleşim mekanlardı, köklü aileler oralardaki iki katlı ahşap evlerde oturuyorlar, bu yüzden sıtma hastalığına yakalanmadıkları söyleniyorlardı. Şehir merkezinde o yıllar Ermeni kökenli bakırcı, kahveci, kalaycı, zücaciyeci, eczacı, doktor gibi çeşitli meslek mensubu esnaflar vardı, kimse kimseyi rahatsız etmez, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde yaşanılırdı, Lokanta, pastane, otel ve fırıncılık gibi işletmeleri ise Trabzon ve Rize kökenli insanlar üstlenmişlerdi, Ordu"da siyasette ve sosyal hayatta etki sahibiydiler. Sosyetik hayatın, sosyal faaliyetlere katılışını Fahri Çelebi başkanlığındaki yardım sevenler derneği üstlenmişti. Ahmet Cemal Mağden hayırseverliği ile Akyazı mevkiinde bir çok resmi kuruma bila bedelsiz araziler bağışlıyordu, camiler, yurtlar yapılıyordu.. Haki Yener"de toptancılık yaptığı yıllar, bakkalların kralıydı, Mahallelerin ise en itibarlı kişileri veresiye veren bakkallardı, memurlar aybaşında ellerindeki küçük defterleriyle biraz borç kapatırdı, ama köylü fındık vade çalışırdı, o zaman enflasyon pek bilinmediğinden sermayesine güvenen malını rahat satardı, ama bir şartla, köyünde itibarlı ve ağa kılıklı zenginlerin tavassutu ile düğün alışverişleri bakkaliye, kantariye gibi bilumum ihtiyaçları köylü tek mağazadan karşılardı, söz senetti, borç namustu, fındıktan sonra Eylül ayında esnafa gelinip, tahsilât yapılırdı… O zaman, ticaret yapan üst düzey insanlar,Tüccarlar kulübüne gider ya da Yelken kulübe uğrarlardı, diğer halk ve esnaflar ise belli mekanlarda isim yapmış kahvehanelerde eğlenir, iskambil veya aznif taşı oynarlardı, okey diye bir oyun bilinmezdi, gençlerin devam ettiği salonlarda bilardolar, radyolar, plaklar gibi eğlenceler ilaveten bulunurdu, cızırtılı radyodan Orhan Ayhan'ın anlattığı 1.lig maçları heyecanla dinlenirdi.. Orduspor"un 2.ligden 1.lige yükseldiği yıllarda ünlü gazetelerin spor yazarları maçlara gelmeye başlamıştı. 200 kiloluk koca vücuduyla koşturan gazeteci Erol Ataşan ile foto muhabiri Cüce Osman maçlarda en ön planda yer alırlardı Spor tesislerin İlimizdeki kurucu önderi Kara Ali"ye laf atıp kızdırırlar, ondan el kol hareketleriyle gerekli malum cevabı alınca da seyirci çok gülerdi.. Top sahası toprak, tribünler ahşaptı, ama Ordu"daki futbolda heyecan vardı, gurur vardı.Ordu'lu gençler Türkiye"yi sallıyorlardı. Mor Beyazlı takımlarını gurbetteki akrabalarına anlatmak için cep telefonu , internet gibi anında iletişim aletleri yoktu. Postahane santraline telefon açılır,acele veya yıldırım telefon yazdırılır, telefonla il dışındaki akrabanızla görüşebilmek için saatlerce santral memuresinin bağlantısı beklenirdi, bazen sabrı taşanlar santral memuresiyle tartışırdı. PTT'de tanıdık bir memurun olursa işlerinin daha çabuk yürüyeceği söylenirdi, yeni bir telefon hattı almak için müracaat sırasına göre 2-3 yıl beklendiği olurdu, Şehir merkezinde bile çevirmeli telefonu olan evler zengin ailelerden sayılırdı. O dönemler santraller mekanik ve sınırlı,telefon hattı çektirmek zahmetli ve pahalı olduğundan, telefon sahibi olmak lüks bir zevkti. Köy düğünleri, o zaman ailelerin topluma kendini ispat ettiği bir şölendi. Genelde kız tarafı, etrafı yüksek örtülerle kapatılmış, harman yerinde, utçu bayanın çaldığı oynak türküler eşliğinde kadın kadına eğlenirdi. Oğlan anaları da oynayan genç kızlar arasından bekar oğullarına kız beğenirlerdi. Erkek tarafı kız tarafına hediye bohçalarını getirdiği gecede, en iyi yemekler mezeler, davul zurna, silah sesleriyle ortalık curcunaya çevrilir, misafirler elden geldiğince en iyi şekilde ağırlanırdı,. Köy düğünleri iki üç gün sürer, gerdek gecesi ertesinde kız ve oğlan tarafı duvak töreni ile düğünü bitirirlerdi. Şimdi, yarım saatte kıyılan nikâh töreni, iki parça çikolata şeker oldubitti, fakir ailelerden bazıları da düğün masraflarını kaldıramadığından genç sözlülerin anlaşmalı olarak kaçmalarına göz yumarlar, daha sonra araya girenlerin çabalarıyla aileler barışır, yeni evlilerin eşyalarını tamamlarlardı. O yıllarda, iyi ve namlı terzilerin sayısı az, işi çok olduğundan, erkekler, giyecekleri takım elbise için önce kumaş beğenip alır, terziye getirilip, pazarlıktan sonra ölçü verilirdi. Provalar neticesinde, ancak aylar sonra, takım elbiseye kavuşurlardı. Çorapların yamandığı, gömlek yakalarının ters düz edildiği bu yıllarda, hazır konfeksiyonlar ortalığa çıkınca, terzilik mesleği de yavaşça tarihteki yerini almaya mahkûm olacaktı. Bayanlarda rengârenk kumaşları özenle alıp, bayan terzilere uzun provalar sonucu diktirirlerdi, Tayyörler, döpiyesler, mantolar o yılların revaçta modelleri olup, bu giysiler dikim ücreti, kumaşı derken epey yüksek faturalara çıkıyordu. O yıllar kadınlar resmi dairelerde, özel iş yerlerinde pek fazla çalışmazlardı, evin kısıtlı bütçesine katkı olarak, dışarıya ücreti mukabilinde elbise dikerler, nakış, dantel yaparak aile bütçesine destek olurlardı. Sonraları, son moda hazır bayan giysileri de butiklerde boy göstermeye başladı, ama ne boy gösteriş. Fidangörün orta yerinde markalı ve havalı şık bayan giysilerine astronomik fiyatlar isteyen, “Galeri Servet” uzun yıllar kadınların üzerinde etki bırakan, nadir imaj mağazalardandı. Kredi kartı filan olmadığı için tanıdık kimselere hatıra binaen aydan aya ödemek kaydıyla defter taksitiyle giysi satılırdı. O yılların Belediye reisi, AP.li Veysel Akgün, ilk asfalt makinelerini Ordu"ya getirtmişti, ama asfalt blenderini çalıştıracak kimse olmayınca, firma İtalyan bir mühendisi yollamıştı,. Şehirde ilk asfaltı Yalı camii önünden,Vilayet binasının önüne kadar,döktüren tulumlu mühendise herkes hayranlıkla baka kalmıştı. Muhalefet bu asfaltlama işinin yaklaşan seçimlere yatırım amaçlı olduğunu, söylerken Belediye reisine “Asfalt Veysel” adı takmışlardı, ama ikinci seçimi kaybetti. Şehir merkezinde özellikle Düz mahallede sürekli kaynak suyu akan çeşmeler vardı, herkesin itibar ettiği bu çeşmeler, elektrik ve su kesintileri esnasında çok itibar gören mekanlardı. Köylerde halk suyu pınarlardan doldurdukları bakır güğümlerle sırtında evlerine taşırdı, plastik eşya ve boru yoktu. Galvaniz ve kurşun karışımlı içme suyu boruları çok pahalı idi, herkesin evinin içinde su,elektrik,tuvalet teşkilatı bulunmazdı,köylerde mısır ekmeği yer ocağında pişirilir, yoğurda doğranıp, büyük bir keyifle yenirdi. Arada sırada Ordu"ya gidenler, fırından beyaz buğday ekmeği alıp,köye hediye olarak götürürler, çocukları çok sevindirirlerdi.. Karadenizli köylü erkekleri, şehre pazara gelirken sekiz köşe kasket, içine gömlek, yelek, zengininde köstekli saat, ayaklarına körüklü çizme giyerlerdi, garibanı ise yün çorap ve kara lastikle gezerdi. Köyde ürettikleri sebze ve meyveyi ham fındık dalından yapma “şelek” veya “hey” denen derin küfelerde Pazar yerine getirirlerdi.. Köylü kadınları,çiçek desenli,basma veya pazen kumaştan dikme, bluz eteklerinin üstüne peştamalını takar, başlarında çember denen yazmaları, ayaklarında lastik pabuçlarını eksik etmezlerdi. Mayaladıkları yoğurtları şimdiki gibi plastik kovalarda değil, kalaylı bakraçlarda pazara getirip satarlardı. Uzak köylerden gelenlerin atlarını bağlamak, dinlendirmek için hanlar ve ahırlar bulunurdu Şimdiki Köprübaşında olan Yürür iş hanının altında atların bağlandığı bir han mevcuttu, Buralardan geçerken atlar ve dışkıları kokardı, Köylerde yakın akrabalar arasında sınır, ağaç, tel kazık, su gibi nedenlerden dolayı dargınlık kırgınlık çok sık olurdu, bazen Pazar yerlerinde yükselen münakaşa dozu, cinayetle ve akabinde mezarlıkta biterdi, İşte böyleydi, o yıllarda ORDU il merkezi ve insanları.. Çoğu toprak oldu, kimse öbür tarafa bir avuç toprak götüremedi Yaptıkları hayırlı hizmetlerle gök kubbede hoş bir seda bırakmak; İnsanlığımızın yapabileceği en güzel eserdir, bence.. Ya sence?...

Bu güzel yazıyı bizimle paylaşan Hüseyin Naim Güney'e teşekkürler..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder